13 Mayıs 2019 Pazartesi

YORULMUŞ SIR

Dün bulduğumdu, erken kaybettim, sonradan gelir acısı
Yürüdüğün yolu ıskaladım, mutluluk başka zamana denk düşer

Sıkışalım, yoksa bana yer kalmayacak
Çirkin çıkmışsak kıralım bütün çerçeveleri
Bob Dylan’dan çalalım Edie Sedgwick’i düşünüp ağlayalım
Gençsek yeniden sarılalım ressamların önünde
Bir soru ki yanıtı bendim, artık her sessizlikte aklıma gelecek
-Pencereyi mi açtın? Şimdi daha halliceyim

Gözüne düşen saçlarına üflerdi, üşürdüm
Son otobüsle uyuyarak eve dönerdi sarhoşlar ve işçiler
Bir yerlerdeydim, dönsem dönebilirdim
Gülsen anlardım sarhoşluğun bana yakışmadığını
Yalnızdım da son duraklarda uyandım hep
Terledim, anneme söylemeden Sibirya’ya da çıktım
Akşamdan kalınca dağ göllerinde açardım uykumu

Lou Salome mi O? Dur! Fotoğraf çektirelim

Beni şehre inmekten alıkoyan ışıklardır
Kar eridi de beyazlığını öyle anladım
Bir nota değer içeriye, işkillenirdim dünyadan
Ayaklarının çok üşümüş beyazıdır bu gece ay
Mutsuzluğundu kadir bildiğim tek arkadaşım

ANONS

Bir dağ otuydun bahçeye diktiler seni
Her gün su verdiler ama bu su senin köklerine yürümez
Bir çiçek görsen ağaçların toplanıp orman olurdu
Hep dışarıdan açıldı kapın ki bir yanın daha eski bu yüzden
Adres bile sorsa sarışın bir kız, içindeki sokağı sular basacak

İzin verilmemiş huylarını öğren içinin
Senin denizinde gemiler tedirgin, hep kıyıdan yürürler
Gömleğin iki düğme açık, bir şarkı tut
Yine kendinin kendine mırıldanacağı
Sokak başında yan komşunun üstünü arıyorlar

Aksar saat, kırlangıçlar gecenin ütüsünü bozarken
Gücenirim eğreti oturuşundan, suskunluğundan alınırım
Bir bildiği var yanından başı dik geçen kadının. Kızma.
Üşenip ezan okunurken ayaklarını topluyor kız kardeşin
Sular damlayıp bitiyor eve varmadan

Bir dağ kuşuydun, aklını kırıp kafese koydular seni
Eve gitme bugün. Kahvede ismini söylüyorlar.

ALO

İfrit gibiyim anılarını benden sakla
Elim değse tuzu kokacak denizin
Çiçekleri toplayın kuşları kilitleyin
Beni artık ya serumla ya da rakıyla bekleyin

Canım ses gelmiyor bir daha söyle
Kadıköy'e kar mı yağıyor dedin!

Yerim uzak sevgilim nezle halk isyan eder

Ermeni kilisesinden sap kime sorsan tanır beni
Besmele çek, yanıma öyle gel, musallat olurum
Tutarsam üç gün suda beklet ellerini

Canım sesli konuş benim dedem de duymaz.
Evet, önceden askermiş Turgut Uyar

Uğrunu kaçırırım, kalbine nazar boncuğu tak
Kalabalıkta sevme beni hüzün yaparım
Bütün göçlerde evde saklandım yerimi yadırgamam
Ama beni güneşe çıkarma hiç

Hep kucağında beklet

Hayır ben değilim yanlış aradınız
Yok canım ne kusuru size de iyi günler

AYDINLIK HARABELER

Dumanını beraberinde getirirsin gelirken
Ancak
İsten gözleri yanmayanlar ülkemize girebilir

Gökyüzünden payımız olsa da
Yadırganmaz penceresiz evlerde yaşamak

Adamların dinlemez sakalsızlığımızın mazeretini
Doyduğumuz, misafirliklerde ikram ettiğin kadar
Köküne toprak bulamadığımız ağacımız
Yalnız, dönüş yollarında büyür

Yetişemeyeceğim bir otobüsü uğurlarsın
Tok kalkıp benim oturamadığım sofralardan
Bizi tekme tokat yerimizden eder
Senin günübirlik duyguların

Yazıları çözülememiş uygarlığına çağır beni
Yalnız Mayaların bildiği güneş tutulmalarına
Benim yürürken dönüp dönüp arkaya bakmam
Önceden, azarlanarak sıradan çıkarıldığım içindir

DÖNÜŞ YOLU


Sana uğrar serinlik, öyle üşütür beni
Saklanır dünya zamanın serüvenine
Bir miskinliktir kapatır perdeleri öğlen
Senin yüzünü yıkar camide çocuklar
Çam iğnesinden yaptığım yüzük
Tutmadığım bir söz gibi ellerinde

Yüreğin ilişir de ötede dururdu yüzün
Gölgen bilmediğim ırmaklarda titrer
Bir sır dokunur yine başka bir sırrın çözdüğü
Akşamüstüne doğru kıvrılıp yatağından
İçim, uzayan bir dalın önünden giderdi

Sis tutar saat, alışırdı su
Beni tetiklerdi kıpırdayıp uyandırılmanın tedirginliği
Günah olup sokakta yürür bilenirdik sabaha
Bizi götürecek
Geçmişten yüreğimize kalkan ışıkları söndürülmüş bir gemi
Ve ölü bir balık sürüsü artık
Bu kararlaştırılmamış seferde

-Gökyüzü omzuma tünedi
Anlat
Sönen yıldızların gözlerini bulutlar mı kapatıyor-

Uykum yok
Gidecek yerim de

UNUTMA

Gece yüzündeki kırıntıları silker üstüme
Sıkıldıkça çiçek aldırır
Küsünce gider yatar

Tellerde bir bayramın unutulmuş kağıtları
Konuşmaz, bir yol kıvrılır içimde

Olmamış bir devrimin bütün suçu çocukluğunda saklı
-Hep uzamadan kesilmiştir saçları
Ve hatırladığı, ilk görüş günü binmiştir otobüse-
Karışır ayakları
Bağcıklarını bağlamayı kendi öğrendiğinden
Okulun ilk günü yolu sorarak bulmuştur

Bir bardağın doluşudur susarsa duyduğum
Bir tren dallarımı kırar yürüdükçe
Babasının kızıdır ne sorsan konuşmaz
Rutubetten çürümüştür gökyüzünün çiçekleri

Bir dağ ışığıdır yalnız uzun yolculuklarda görülür

Dolanır dünyanın kiri üzerinde bir çocuk
Aynı dua aynı türküyle açılır iki evde gün
Komşudan tuz hangi dilde istenir? 

En son babasının gittiği gün büyümüş ayakları

AYRILIK REPLİKLERİ


Sonra ikiye ayrıldı elma
Elimde Çingene falları, içim buruk.
Kanyonlarda yalnız kuşlar, hiç destansı değilmiş fırtına
Ve kasırga sadece
Amerika’da olmazmış.

Hey! Elindeki yavaşça yere bırak.
Düz saçlarına biraz Ayşe iliştir.

Artık nereden baksan büyümez menekşe
Artık nereden baksan her şarkı cazdır
Ankara’ ya sokak eklenir, sen duymazsın
Hırsızlar pencerende saçlarını düzeltir
Sular tükenir, gözlerinde Afrika tekliği
Yavaşça yanına sokulsam mı derim

Artık nereden baksan
Yarısı boş bir bardağım ben
Deniz gelse dolduramaz

2 Mart 2019 Cumartesi

YAYA YOLCU-II


                         Reşad Halife’ye…          
                         Köpük, kaybolup gider; ancak insanlara yarar veren ise yerde kalır.*

I

Köpüktü tarla yakan, köpüktü peçe yırtan
İşmar eden köpüktü, duvarlara ağlayan
Çölde uyuduğum zaman yüzümde biriken kumlar
Bahçe lambası yanınca suskunlaşan dünya
Çarşaflar katlanırken kapı çaldığında
Yatıya gelen hüzün köpüktü

II

Dünya kovandı uğuldadım
Beşe aldığımı üçe sattım
Halk pazar kurmuş
Ben arifler dükkânı sandım
Ay oldum dolandım ışıklar kapanınca
Gece hışırdayan çalılar
Patikalardan kollarımı kanatarak yürürdü
Hafifledikçe terazide ağır basan bizdik
Tartıda hile yapan köpüktü

III

Köpük tutukluk yapan bir silahtır Yemen Çölü’nde
Dernek’te can sıkıntısı, mevzuatta değişiklik, kilerde toz
Köpük kötü çıkmış sonbahar fotoğraflarıdır yüzümde
Yıldırımın düştüğü yerde, içerde
Kardaki izleri takip edenler
İzbelerde üşür bulurdu seni
İç çeken köpüktü
İncil’in mezmurlar bölümünde


IV

Köpük kendini attı geriye su kaldı
Güneşlere serildin mi
Atın evimin yolunu kendi başına bulmuş
Açıklarda vuruldun mu


*Rad Suresi, 17. Ayet.


YAYA YOLCU-I


I
Kabuktu hır çıkaran, kabuktu silah bırakan
Antlaşmayı bozan kabuktu, nöbette uyuklayan
Seni görünce kendini bıraktığı yerde bulan biz
Dersteki uğultu kabuktu
Yürürken zincir sesleri gelirdi koridordan

II

Sesleri kulaklarıma
Zincir şıngırtılarıyla gelen dünya
Dün ateş yakarken ovalarında
Şimdi telefonda donuk bir sestir insan
Yürüyen bir karaltıdır ışıksız koridorlarda
Oysa önceden
Sen ne getirdiysen
Yalnız o olurdu sofrada
Azını içip çoğunu döktük, odun çiğnedik doyduk
Gökten sofra indirilen bizdik, yemek seçen kabuktu

III

Kaç kere dikildiği artık unutulmuş söküktür kabuk
Kabuk yıkana yıkana rengi atmış bir elbise
İzmit’ten yola çıkmış yükü çürüktür
Kabuk şeriattan yanadır erenler meclisinde
İçerde, artık yalnız molalarda hatırlanan bir yemin
Şerbeti acı buldum, rengi soluk, söylenenleri yavan
Bana şeker dilinden dökülendi canım efendim

IV

Kabuk çatlayınca içeri sızan senin ışığındır
Çeşme sırasında ne beklediğimi unutturan
Bu asfalt yollardan ancak kabuk gideceği yere varır
Ben geçen kervanları sayıyorumdur Yemen’de yoksam

13 Ocak 2019 Pazar

GİZEM'İ İHBAR


Bu resim panoya asılmayacak, bu ütü ilk oturuşta bozulacak
Okul duvarları boyanacak ve kokusu aklından hiç çıkmayacak
Onların arasından geçersen, biraz Yusuf isen yani
Bıçak ilk senin elini kanatacak
Çekiç sesindeki ritim, düz çizgilerin verdiği bulantı
Daha buradan yol geçecek ama yolda kimse yürümeyecek
Otopark yapılacak camilerin altına

Yani çekmeceler düzgün olsa da kalan her şey curcuna
Masayı toplasan da bir sandalyede uyuklasan da
Elbiselerini rengine göre dizsen de dolaba güzelim
Bir ihbarla boşalacak bir balodur sevincin
Aydınlığın öğlen yanan bir ateş
Daha buralar çok gelişecek ama insanlar değişmeyecek
Kuşlar konacak çanak antenlerin üstüne

Demem ışıklar sadece göz boyama, demem dostlar alışverişte
Demem bir hâl gelmiş size ama mutluluk getirmemiş
Suyu taşırken dökülmüş leğen, tortu birikmiş ibrikte
Gelen kocaman trenlerle gelmiş, giden bahçeler ezerek gitmiş
Daha müteahhitler girecekmiş yaşadığın mahalleye
Öğlen güneşi arka odadaki dantel takımlarına
Divandan kalkan tozlara vurmuş

İşte temiz boyalı duvarların verdiği keder
İşte yüksek binaların gölgesinde hırlayan ciddiyet
Daha her şeye yeni bir isim verilecek
Dağdaki sis kalktığında
Bu sefer ırmağa bırakılan çocuk
Saraya değil bir ilçeye varacak
Kapıyı çalıp gidince müjde için gelenler

Bebek konuşmayacak beşikte
Büyüyünce de susacak

TARLALAR YANARKEN


İlk vardığımız düzlükte koştursun diye çocuk
Arabayı devirmeden teker
Bolu dağı efkârla geçilmeden

Ayakların çıplak diye
Yediğin azar unutulmuştur
Ki etraf hâlâ kirli bir balkona benzer

Uyur yolun uğultusuyla anne kız
Şimdi bir dalgınlığa bakar yan yatmak
Çünkü kurtları korkutan bizi de gözetler pusuda
Gece düzlüğe iner, kol gezer, tarla yakar

Ve uyanır
Yılan öldürür

Gece avlanan sürü ürkütmeden çadırları
Atlar gördüklerinden irkilmeden
Çorba dağıtır, bıçak biler, dal yontar
Taşla kapatılmadan su kaynakları

Ne varsa kitapta yeri olmayan
Artık imzalattığımız evraklarda onlar yazılı
Kaç kilometre sonra hüzün bastığı
Ve ısınan çelik
Şimdilik
Annesi kessin kızının uzayan saçlarını
Dileğim vardığımız ilk düzlükte koşturmasıdır çocuğun
Arabayı devirmeden teker
Ve efkârla geçilmeden Bolu Dağı