1 Ağustos 2024 Perşembe

GÜNEBAKAN


                                                                    Naz’a
 
-Söyle baban kaç gösteriyor kızım
 
Huylarını kimden aldın, aslen Amasyalısın
İlk, dünyanın işleri yavaştan almasına alışmalısın
Sonra ikindinin yollardan kaldırdığı tozlara
Bir geç kalışa, taşırdığında mayayı
Herkes dersteyken koridorda gezmek -ne demek?
-Naz mı, aynı babası
 
Benim bildiğim iyi kalpli periler boyuyor bulutları
Ey apartman boşluklarında uğuldayan dünya
Çünkü şehre karanlık iş hanlarından yayılmıştır
Çünkü dövülen can sıkıntısıdır bakırcılar çarşısında
Yolunun düştüğü yerde
Seni ilk güneş karşılar
Ve cevap yeryüzünün genişliğidir adres sorduğunda
 
Ne zamandır inanmam
Açıklarda bir ağaç olmadığımıza
Ki çoktandır
Yüzünü döndüğün yerde bulurum güneşi
Ne zamandır vaktin girdiğini
Yüzünün aydınlığı söyler bana
 
Kurşun kaçağın kolunu sıyırır yalnız
Sürgün durgunlaşır, öğlen ezan sesleriyle
Çatı onarılır, hasta uyanır
Ve atlar iplerinden kurtulur sen gülünce
 
Neden dağ sarplaştı bilmiyoruz
Yolumuz kesilince
Sen, koridorda yürürken doruklara açılan kapım
Kaçaklar, sönmeyecek bir ateş yakmışlar sen üşüyünce
Süt ılırken seni türkülerle avutmuşlar:
 
Sesler gelir ötelerden
Silah soğur gecelerden
Isındığım ateşlerden
Korkar mısın bebek nenni
 
Mermi seker kayalardan
Kolum kanar çalılardan
Yüzümdeki yaralardan
Tanır mısın bebek nenni

AYNI SUDA YUNDUĞUMUZ

 Anne bir kardeş olduğumuzu hatırla
Saçlarını taratmak için sırtını döndüğünde bana
 
Ben çıkıp dut ağacını silkelerdim
Sen masayı silerdin, temizlenirdi dünya
 
Gözünün daldığı yerden
Sana bakan bendim
Elim boş geldimse de
Sen aynı suda yunduğumuzu unutma
 
Bilmem selamımı aldın mı
Soramam, yadırgadın mı yerini
Süleyman değilim ki konuşayım kuşlarla
 
Zincir bileğini sıkınca
Yüzü asılmış rüzgârın
Yıkılmış dükkân
İçinde senin pazarlığın yapıldığında
İlkin hoş tutmuşlarsa da seni
İçlerine sinmemiş konukluğun
Kadıya şikâyet olmuş dolunay zamanı durgunluğun
Yaktığın ateşi izlerken ovada
 
İlk, kılıç şıngırtıları gelir kulaklarına
Dalı yontarken dalgın
Ya da bir vazoyu sessiz boyasan da
Suyunu günlük verdiğin çiçekler
Yerden taş toplayarak gelir sana
 
Şimdi, düşersen aklıma ilk kuyuya bakmak gelir
Yaktığın ateşin çıtırtısı
Karışır yıldızlara
Sen, anne bir kardeş olduğumuzu hatırla
Pazara götürürlerken zincir sıkarsa bileğini
Avcunda sıkı tut uğur getiren kolyeni
Ve saçların kesilirken ağlama

YAYA YOLCU-III

 
I
 
Tortuydu taş atan, tortuydu uğuldayan
İhbar yapan tortuydu, üstümüzü arayan
Kolcuları atlatıp güneşlere serildiğin zaman
Şehirde bıraktıklarını ganimet sayan tortuydu
İnceydin, dal gibiydin, közü karıştırırken dalgın
Pazarlıkçı tortuydu, seni bir soysuza satan
 
II
 
Bilmiyoruz geçen hüzün müydü
Gıcırdayan ahşaplardan
Eve durgunluk
Boş kavanozlardan mı yayıldı
Bilmem neden ibrik soluk, muşamba ağır
Boyalıydı kunduram
 
Davut’a ilk, halkından yoksul bir çoban soruldu
Sendin uzak krallıkları takvaya çağıran
Önce kârını hesaplayan tortuydu
 
III
 
Çiçek, konuşmaya renginden başla
Uçaklara yapraklarınla karşı koy
Tarlalarınla bombalara
Savaş bitene dek sakla vurulduğunu
Ve hangi cüzde kaldığını unutma
 
Tortuyu asan ile kazıdın
Mum yaktın karartma akşamlarında
Son güne bıraktığın bir angaryaydı dünya
Otlarını yolarak yürüdüğün
 
IV
 
Ay çıktı, tortu çatladı
Örtülerini temizledin mi
Yerini, üstünde açan çiçeklerden tanıdım
Vakit sabah, uyandın mı

YAŞIT OLDUĞUMUZ YERDE


                        -ve Harp Okulu yıllarına
 
- Ben kendime doğruydum, ağacım içte yeşerdi
  Alışmış gibi yürürdüm de
  Hep ruhumu silkerdi dünya
  Uyanırdım postallarım yanlış bağlanmış
  Sigaramdan vurmuş avcı
  Bir Nisan akşamı sağ ol diye bağırmadan teşekkür edip
  Omzuma düşecek yıldızı dünyadan aşağı bıraktım-
 
Yaz sabahları bu tarafta, erken ışımış kuşlar
İçimi senin canın işletir saatim saatine kurulu
İçerlerim uzun buluta, aklıma ne gelse terlerim
Yüzüm yaklaşırken yüzüne bizi çitlerden atlatan
Bahçeye değen sokaktaki arkadaşların sesidir
 
Bir tilki koşar benim yanımda, ormanında sana su arar
Çalılara iner –say ki yüzme bilmeyen bir Çingenedir
Dizin değerdi de hallerini acemi yorardım
Sol gözümü yumup dünyayı alnından izlerdim gece
Koştular üstümüze, dizine konmuş serçeyi kaçırdılar
Düşerken, arkadaşlar bizden önce toprağa koydu ellerini
 
Titrer parmak, çatallaşır için, yürek yüksekte
Karışırsa yüzlerimiz ben solurum canını
Konuşmazsam dizime vur,
Kalkarsam kolumu çek, tabak koyma geç gelirsem
Sendelersem yakın dur, yan yana yürümektendir
 
Bu kan nereye, sokak kapalı, seğiriyor Eylül
Ne çok arkadaş öldürüldü, hayli yaralı var

İBRAHİM DE DİNLESİN

Yine vuruyor ak yerine düşman bir güneş
Bıraksalar dünyayı karşıdan karşıya geçirecek

Soluğu artıyor ciğerinden bu sesler susmaz İbrahim
Ödlek alıştırma yağmuru saçlarına saçlarına dolsun
Ellerinin nasırıyla yüzlerine doğru İbrahim
Sen karışmazsan bitmeyecek bu zulüm

Nasıl yaşar insan o kavga olmazsa
Hangi leke kendiyle temizlenir
Aynalarda tersinden yüzüyor bulutlar
Boydan boya arşınlıyor kalbimi kinim
Küsüyorum martılar büyük gemilere koştuğunda
Bir zaman gücenir çabucak terk ederdim kendimi
Şimdi bizden beklenen bir hayır var İbrahim
Büyüyor dev yerinden kaldırılmadıkça

Mermisini hor görüyor silah, mermi değil kurşun
Adım atınca yer değişir sanırdım ayla güneş
Yetmezdi yer ki kökleri yüzüne sığsın
Kırılmış artık rüya yüzün andırmıyor seni
Uyuyor musun İbrahim?

Kız kardeşinin ayağını inciten taşlar
Haklısın, dağları dünyanın dişlerine benzet
Günahımız varsa geceleri inmeyelim atlarımızdan
O ter elbet yerini bulup ırmaklara karışır bir gün
Sesli oku olanları, devrik günlerini ayıkla
Senin putunun gücü diğerlerini kırmaya da yeter

Bu hiçbir dağın gölgesinde boylanmayan ağacımız
Bir gün bizim için yeniden dal vermeye başlar